9.cu TARİHİ TÜRK EVLERİ HAFTASI KÜLTÜR KENTİ DİYARBAKIR…
Koruma bilincine sahip, bizlerle işbirliği yapmış belediye başkanlarına saygıyla sözlerime başlamak istiyorum.
Ulu Önder Atatürk’ün “TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN TEMELİ KÜLTÜRDÜR” sözleri bizlere çizeceğimiz yolu zaten göstermiştir. Milletler kültürleri ile yaşarlar veya kültürsüzlükleri ile ölürler. Bu gerçeği göz ardı edemeyiz. Kaldı ki, nice devletler olmayan kültürlerini, var göstermeye çalışarak ayakta durma savaşı verirken, biz olan geniş kültür birikimimizi yaşatma çabası içindeyiz. Yıllar yılları kovalarken, gittikçe geçmişimizden koptuğumuzu üzülerek görüyorum. Kültürümüzün temel
köprüleri sallanıyor ve bu tehlikeyi önlemek bizim elimizde.
Dünü, bugünü, yarını iyice düşünmeliyiz. Dünü, bugün için, bugünü yarınlar için korumalıyız. Yani, geçmişimizin geleceğini hazırlamalıyız ki kendimizi kanıtlayabilelim.
Değerli arkadaşımız Prof. Dr. Metin Sözen’in unutamadığım bir sözü var: “Bir kente girdiğim zaman ŞEHRİ ararım” diyor. Bu sözlerin neyi kastettiği aşikâr. Tabii ki eski kenti, kent kimliğini aramak… Mine Saulnier’in bir gazetede okumuş olduğum şu cümleleri de düşünmeye değer: “Kentlerin kimi hastadır, yorgundur İstanbul gibi, kimi de 10 milyonluk tansiyona rağmen sağlıklıdır Paris gibi.
Sağlıklı kentlerde, sağlıkla yaşamamız dileğile…
Türkiye Tarihi Evleri Koruma Derneği Başkanı
Perihan Balcı
KÜLTÜR DİYARI DİYAR-I BEKR’DEN DİYARBAKIR’A
Kimi kentler yerleştiği arazi yapısı ile kimlik kazanırlar. Kimilerinin kalesi ünlüdür. Kimileri tarihi eserleri ve yerleşme dokusu ile karakter kazanırlar. Kimileri ise. yetiştirdiği ünlü kişileri sayesinde tanınırlar. Eğer sözü edilen bir Anadolu Kenti ise tarihin derinliklerini günümüze yansıtan pek çok olayların, uygarlıkların ve değerlerin kazandırdığı diğerlerinden farklı, kendine özgü kimliği var demektir.
Kimliğini belirleyen değerler içinde bazıları gözden geçirildiğinde bile Diyarbakır dünya’da sayılı yeri olması gereken bir Kenttir. Diyarbakır, en eski ve en köklü uygarlıkların kök saldığı Anadolu ile Mezopotamya arasındaki geçiş bölgesinde kurulmuştur.
Bu iki uygarlık odağı arasındaki etkileşimlerle tarih içinde çok zengin bir kültür mozaiği oluşmuştur. M.Ö. 8000 yıllarından bu yana yörede egemen olmuş ulusların, çağımıza ulaşabilmiş sosyo-kültürel ve sanatsal kalıntılarının bir bölümü tüm canlılığı ile dimdik ayakta dururken çoğunluğu evlerden oluşan bir bölümü ise son 30-40 yıl içinde önemli ölçüde zarar görmüştür. Yine de Diyarbakır, anıtsal yapıların yanı sıra kale içindeki eski kent dokusu ve bu dokuyu oluşturan evleri ile korunmaya değer önemli bir kentimizdir.
Ergani yakınlarında bulunan taştan yontulmuş araçlar, yöredeki hayatın taş devrinde başlamış olduğunu kanıtlamaktadır. Ancak yerleşik düzene Ergani yakınlarında Çayönü Tepesindeki köy yerleşmesi ile geçilebilmiştir. M.Ö. 7250 ~ 6250 yıllarında tarihlendirilen bu yerleşme avcılık ve toplayıcılık yerine besin üretiminin başladığını göstermektedir. I.Evre olarak tanımlanan Çayönü yerleşmesinde, taş temelden ve kerpiç tuğladan yapılmış duvarları ile dikdörtgen planlı ilkel konutlara rastlanmıştır. Höyüğün doğusunda yaklaşık M.Ö.4000 yıllarına tarihlenen II. Evre yerleşmesinde el yapımı çanak çömlek III. Evrede çarkta yapılmış bazı eşyalar ve mezar kalıntılarına rastlanmıştır. Tarih öncesi yerleşmelerle ilgili bilgi veren bir diğer köy Ekinciler Köyünün yakınındaki Girikhacıyan höyüğüdür. M.Ö. 6000 ~ 5000 yıllarına tarihlendirilen bu yerleşme Mezopotamya tarihine ışık tutan veriler ile önem taşımaktadır. Diyarbakır’ı da içine alan Mezopotamya’nın kuzey bölümü Saburu adıyla tanınmaktadır. M.Ö. 2000’li yıllarda Hurri ve Mitanni uygarlıkları yöreye egemen olmuştur. M.Ö. 1200 yıllarında Diyarbakır’ı Asurlular ele geçirmişlerse de M.Ö.10 Y.Yılda Arami’lerin egemenliğinden sonra yeniden bayındır bir kent olmuştur. Urartular döneminde mimaride ve bakır işçiliğinde önemli hamleler yapmışlardır.
Daha sonra yöreye sırasıyla İskitler, Med’ler, Pers’ler, Büyük İskender, Partlar ve Romalılar egemen olmuştur. Romalılar dönemindeki en önemli olay Hıristiyanlığın yayılmasıdır.
Hıristiyanlığın benimsenmesinden sonra Süryani adını alan Aramiler günümüze kadar bu çevrelerde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Romalılardan sonra Bizans döneminde Süryani-Bizans çatışması Diyarbakır’ın sosyo-kültürel yönden olumsuz etkilenmesine neden olmuştur.
Diyarbakır adı M.S. 639 Yılında Arapların egemenliği ile ortaya çıkmıştır. Arapların en önemli kolu olan “Bekr Bin Vail” Kabilesinin adından ötürü kente “Bekr Diyarı” anlamına gelen “Diyar-1 Bekr” denilmiştir. Bu isim zamanla “Diyarbekir’e dönüşmüştür.
Arapların gelişi, başta Mar-Toma olmak üzere kiliselerin camiye döndürülmesine neden olmuş ve İslam Kültürü yayılmaya başlamıştır. 300 yıl kadar süren Arap egemenliğinden sonra Mervani Devleti kurulmuştur. Bu devirde kent bayındır ve zengin kalmış, alimler, şairler ve tabibler yetişmiştir.
Türkmenlerin 1042 tarihinden itibaren Diyarbakır çevresine akın yapmalarına rağmen kent ancak 1085 tarihinde Büyük Selçuklular döneminde ele geçirilebilmiştir. Türk-İslam kültürünün etkili olması Türk boyu olan İnaloğulları zamanında başlar. Ergani’deki bakır madeninin işletilmeye açılması ile ekonomik yaşam canlanmıştır. İnaloğullarından sonra kente egemen olan Nisanoğulları zamanında bir milyon cilt kadar kitap bulunan zengin kütüphane kurulmuştur. Selahattin Eyyubi’nin Diyarbakır’ı fethetmesinden sonra Kenti Hisn-i Keyf Artuklulara bırakmıştı. Artuklu yönetimi Diyarbakır için bayındırlık ve kültür açısından önemli aşamaların yapıldığı zengin bir dönem olmuştur. Daha sonra kısa bir Anadolu Selçuklu egemenliği görülmekle birlikte Diyarbakır çevreleri Moğolların yardımıyla Mardin Artukluları’nın eline geçmiştir. Hisn-1 Keyf Artuklularının kültürünün uzantısı olan bu uygarlık önce Timur sonra Akkoyunluların yönetimine geçmesi ile son bulmuştur. Uzun Hasan’ın sanata düşkünlüğü, daha önce Türk-Arap sentezinin hakim olduğu kültüre yeni bir kimlik getirmiştir. Türk-İran Uygarlıkları olarak tanımlanan Akkoyunlular döneminde Kuran dahil olmak üzere pekçok eser Türkçeye çevrilmiştir. Ancak Şah İsmail’in Diyarbakır’ı ele geçirmesi ile Akkoyunlu egemenliği son bulmuştur. Osmanlıların Diyarbakır’ı ele geçirmeleri Yavuz Sultan Selim döneminde (1515) olmuştur. Yavuz Sultan Selim Kürt beylerine “Yurtluk” ve “Ocaklık” adı altında topraklar vermesi Türkmenlerin yöredeki gücünün azalmasına neden olmuştur. Bu yüzden Diyarbakır’daki Osmanlı Mimarisi tam olarak özgünlüğünü koruyamamış yerel kültürün hakim olduğu bir sentez üslup ortaya çıkmıştır. Kırsal kesim ise tümü ile yerel mimari karakterini korumuştur.
1819 yılında Osmanlı yönetimi “Yurtluk” ve “Ocaklık”ları kaldırarak Diyarbakır’a merkeziyetçi yönetim getirmek istemiş, ancak bu karar Beylerin sık sık ayaklanmalarına neden olmuştur. II. Abdülhamit zamanında Diyarbakır’ın sürgün yeri olarak seçilmesi aydın kesimde de tepkilere yol açmış aralarında ünlü Türk düşünürü Ziya Gökalp’in de bulunduğu öğrenci kesiminin mücadelesiyle İttihat ve Terakkinin burada örgütlenmesi gerçekleştirilmiştir. Meşrutiyet dönemi Diyarbakır’ın kültür yaşamında önemli yer tutar. I. Dünya Savaşına kadar geçen süre içinde çok sayıda gazete ve dergi çıkarılmış ve Süleyman Nazif, Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin gibi ünlülerin yazıları yayınlanmıştır. Milli mücadele yıllarında Hürriyet ve İtilaf Cemiyeti taraftarlarının tepkilerine rağmen Diyarbakır Ankara yönetimi saflarına katılmayı başarmıştır.
Diyarbakır’ın mimari karakterini belirleyen en önemli etken iklimdir. Bu yüzden binalar avlulu plan şemaları ile biçimlenir. Evlerde yazlık, kışlık ve mevsimlik bölümler bulunur. Evlerin avlularının ortasında bir havuz ve etrafında eyvanlar yer alır. Eyvanlar yazın yaşanan mekanlar olduğundan güneş ışınlarından korunmak için kuzeye dönüktür. Kışlık bölümler ise güneye dönüktür ve pencereler güneş alacak şekilde büyük tutulmuştur. Avlulu evlerin sokağa bakan yüzleri genellikle masif taş duvardır. Zemin katta hemen hemen pencere yok gibidir. Ancak üst katlarda bindirmeli taş konsollarla sokağa taşan cumbalarda yan pencereler önem kazanır. Sokaklar alabildiğine daralarak gölgeli yollar oluşturulmuştur. Evler ve avlular yüksek duvarlarla sokaktan arındırılmıştır. Günlük yaşamın en önemli bölümü avluda geçmektedir. Dar sokaklardan avluya girildiğinde bitkilerin ve çiçeklerin süslediği köşeler, havuz, eyvan ve birinci kattaki odaların görünümleri doyulmaz duygularla insan yaşamına renk katarlar.
En önemli oda “Mabeyn”dir. Bu odalar genellikle haremlik ve selamlık bölümlerini birbirine bağlar. Birinci katta “Çardak” adı verilen odaların bir bölümü şahnişlidir. Birinci katın altında bölge mimarisinin en önemli özelliğini yansıtan soğukluk bulunur. “Serdap” adı verilen soğuklukta en ilginç öge “Selsal” denilen selsebillerdir. Diyarbakır evlerinde mutfak harem bölümünde ve avluya açık eyvan biçimindedir. Altı kiler olarak kullanılır. Büyük hamamların bile yer aldığı çok sayıda mekanlardan oluştuğuna bakılırsa Diyarbakır Evlerinin ataerkil büyük aileler için inşa edilmiş olduğu ortaya çıkmaktadır.
Diyarbakır Güneydoğu Anadolu Bölgesinin en karakteristik kentlerinden biridir. Özellikle kalesinin büyüklüğü, Dicle Vadisi, Anıtsal Yapılar ve Tarihin derinliklerinde çağımıza ulaşan uygarlık izleri Diyarbakır’a çevredik diğer kentlerden farklı değerler kazandırmıştır.
Diyarbakır’ın yetiştirdiği ünlü kişiler içinde 12. Yüzyılda Tarihçi İbn Ül-Ezrakan, Divan Şairi Nesimi, 17. Yüzyılda İslam bilgini Molla Çelebi, 19. ve 20. yüzyılda şair ve yazar Süleyman Nazif, Türk düşünürü Ziya Gökalp, Şair Faik Ali Ozansoy, 20. Yüzyılda Şair Cahit Sıtkı Tarancı, Aktör Tuncer Necmioğlu, Bilim Adamı Celal Yıldırım gibi Türk kültür yaşamında önemli isimler yer almaktadır.
Diyar-ı Bekr’den Diyar Bekir’e, Diyarbekir’den Diyarbakır’a ve Diyarbakırdan geleceğe ulaşırken yeni kuşaklara Güneydoğu Anadolu Bölgesinin bu güzel Kentimizi kültür diyarı olarak bırakabilmenin çarelerini aramamız gerekiyor.