Yolunuz Sultanahmet’in arka taraflarına düşer de Ahırkapı Sokağı’na yönelirseniz karşınıza birden eski bir Türk evi çıkacaktır. Hammamizade İsmail Dede Efendi’nin uzun yıllar yaşadığı ve bestelerinden birçoğunu yaptığı evdir bu.
Tapu kayıtlarından yola çıkılarak Dede Efendi’nin oturduğu kesin olarak belirlenen bu güzel ev, 1970’lerin sonuna kadar Akbıyık Karakolu olarak kullanılmış, fakat oturulamayacak hale gelince 1978 yılında terk edilmişti; durumdan haberdar olan Türkiye Tarihi Evleri Koruma Derneği başkanı Perihan Balcı’nın aynı yıl müracaat edip tam altı yılda çıkartabildiği kararla, Milli Emlâk Müdürlüğü tarafından Türk Müziği Müzesi yapılması kaydıyla bu derneğe tahsis edildi (1984). Bundan sonraki safhalarını gazeteci olarak yakından takip ettiğim projenin hikâyesi hakikaten ibret vericidir.
***
Türkiye Tarihi Evleri Koruma Derneği’nin macerasına geçmeden önce, Reşat Ekrem Koçu’nun Tercüman gazetesinde 15 Ocak 1975 tarihinde yayımlanmış olan “Akbıyık’taki Karakol Binası” başlıklı yazısından söz etmek istiyorum. Bu yazıdan anlaşıldığına göre, aynı zamanda önemli bir yazar ve ressam olan Mimar Cihat Burak, Akbıyık civarında gezerken karakol binası olarak kullanılan eski, ahşap bir İstanbul evinin Dede Efendi evi olduğunu öğrenir ve Koçu’ya bir mektup yazarak bu rivayetin doğru olup olmadığını sorar. Koçu’nun cevabı şöyledir:
“Sayın Burak, bana gösterdiğiniz güvene teşekkürlerimle başlıyorum. Semt halkının size anlattıkları gibi, büyük Türk bestecisi Hamamizade İsmail Dede’nin yıllarca içinde oturduğu, ölmez eserlerini bestelediği evidir. Hammamizade İsmail Efendi, Büyük Dede Efendi diye de anılır. Elbette ki yok olmaya terk edilecek bir yapı değildir. Restore edildikten sonra zamanının eşyası ile de döşenerek muazzam bir billur fanus içinde korunmalıdır. Unutulmamalıdır ki, o büyük sanatçının yurdumuzda evinden başka tek hatırası yoktur. Kabri bile Mekke’dedir.”
Koçu, Dede Efendi’nin hayatını kısaca özetledikten sonra, “Sayın Cihat Burak,” diye devam eder, “nazik ve mültefit mektubunuzla birlikte çok çok güzel resim için ayrıca teşekkür ederim. Akbıyık Karakolu’nun, has söylenişle Hammamizade İsmail Dede’nin evinin resmi için gökte aradığımı elimde buldum diyeceğim. O binanın restorasyonunda çalışmak, mesleğiniz boyunca en unutulmaz işiniz olacaktır.”
Cihat Burak’ın Dede Efendi Evi’ni restore etmek için herhangi bir teşebbüste bulunup bulunmadığını bilmiyorum. Bildiğim Mimar Cengiz Eruzun’un bu evi kültür hayatımıza yeniden kazandırmak için kolları sıvadığı ve hiçbir karşılık beklemeden rölöve restitüsyon etütlerini yaptığıdır. Ancak hazırlanan restorasyon projesi Anıtlar Kurulu tarafından onay için ne hikmetse iki yıl bekletilecek, bu süre zarfında ev, terk edilmişlik yüzünden büsbütün harabeye döndüğü için 1986 kışında bir lodos fırtınasına dayanamayarak çökecektir. Artık restorasyon imkânı kalmamıştır.
Belediye’den ve Anıtlar Kurulu’ndan alınan izinle yıkılan Dede Efendi Evi’nin aslına uygun olarak yeniden inşası için derneğin 15 milyon liralık kısıtlı bütçesiyle işe başlanır. Ne var ki bu büyük iş bürokrasinin gerekli gereksiz müdahaleleri yüzünden uzadıkça uzamakta, Kültür Bakanlığı’nın zaman zaman bütçeden ayırdığı ödenekler de geç ödendiği için enflasyon yüzünden hızla erimektedir.
Bu yüzden yılan hikâyesine dönen ve yıllar süren restorasyon 1993 yılında aşağı yukarı tamamlanmıştı, fakat hâlâ birçok eksik vardı. Bu eksikler de ancak üç yılda giderilebildi ve açılışın Dede Efendi Yılı ilan edilen 1996’da yapılması kararlaştırıldı. Fakat açılamadı. Niçin? Hatırlamıyorum. Ertesi yılın 10 Mayıs’ında devrin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından törenle açılan Dede Efendi Evi, o tarihten beri Türk Müziği Müzesi olarak hizmet veriyor ve musikimizi yaşatmak amacıyla yapılan faaliyetlerde mekân olarak kullanılıyor.
Tuhaf bir tesadüftür; Dede Efendi Evi’nin açılışından birkaç gün önce Yenikapı Mevlevihanesi’nin yandığı haberi musiki severleri yasa boğmuştu. Bu Mevlevihane, Dede’nin yetiştiği ocaktı, yani onun evlerinden biriydi. O günlerde kaleme aldığım “Yakın Efendiler Yakın!” başlıklı yazımda, “Yalılar yanıyor, çarşılar, eski sokaklar, evler, tekkeler yanıyor. Komplocu düşünmeye yatkın bir kafam olsa, birileri geçmişin izlerini bütünüyle silmek için belli bir plan dahilinde yangın çıkarıyor derdim. Korkarım, yarın bu toprakların gerçek sahipleri olduğumuzu ispat etmek için epeyce zorlanacağız,” diye yazmıştım.
***
Bunları durup dururken niçin mi anlatıyorum? Birkaç gün önce aziz dostumuz Mimar Suphi Saatçi aradı. Meğerse Dede Efendi Evi’nin Türkiye Tarihi Evleri Koruma Derneği lehine 33 yıllık bedelsiz irtifak hakkı 6 Ağustos 2017 tarihinde sona ermiş. Dernek yetkilileri, Milli Emlâk Dairesi ile yaptıkları görüşmelerde, tahsisin yenilenmediğini öğrenmişler; yenilenmesini isteyince de Kültür ve Turizm Bakanlığı ile görüşmeleri tavsiye edilmiş. Bunun üzerine Dede Efendi Evi’nin tekrar Türkiye Tarihi Evleri Koruma Derneği’ne tahsis edilmesi için sayın bakana bir dilekçeyle başvuran dernek, kurulduğu tarihten bu yana çok önemli kültür faaliyetleri gerçekleştirmiş ve büyük bestekârımızın evini yok olmaktan kurtarmış olmanın verdiği ümitle olumlu cevap bekliyor.