GELENEKSEL MİMARİMİZE GÖNÜL VEREN DOSTLARIM
Kentlerimizin kültürleri tümüyle yok edilmeden bu bilincin kamu- oyunda benimsenmesi dileklerimle sözlerime başlamak istiyorum. Ve bu bilincin “Geçmişimiz için bir gelecek” umudunu düşünerek gelecek kuşaklara neler bırakacağımızın muhasebesini yapmamız- daki önemi belirtmek istiyorum. Derneğimizin amacı doğrultusunda yıllardır yaptığımız çalışmalarımızı, X. Tarihi Türk Evleri Haftası’nda bir başka Anadolu kentinde sürdürüyoruz. Tarihi ve doğal güzellikleriyle ün yapmış bu kıyı kentinin belediye başkanlığı- nın daveti üzerine, bu yıl Antalyadayız. Korumaya önem veren bir belediye ile çalışmak bizler için büyük bir zevk, bu tarih dolu kenti tanımak ve tanıtmak ayrıca bir görev…
Sanırım, Antalya’yı bilmeyen yoktur. Bizlerle birlikte gelen mimarlık öğrencileri de, bu vesileyle, bu kenti tanıma fırsatını bulacaklardır. Gittiğimiz kentlerdeki öğrenci çalışmaları ayrıca sergilenmektedir. Genç nesillere geleneksel mimarimizi tanıtmak ve sev- dirmek görevini üstlenmek ile gurur duymaktayız.
On yıldır Tarihi Türk Evleri Haftalarında bizlerle birlikte olan tüm arkadaşlarımıza, misafirlerimize, öğrencilerimize, konuşmacılarımıza, dost belediyelerimize ve bizi unutmayan değerli basın ve TRT mensuplarına teşekkür, sevgi ve saygılarımla bir dahaki senede bir başka kentte buluşmamız dileğiyle…
Türkiye Tarihi Evleri Koruma Derneği Başkanı
Perihan BALCI
TARİH, KÜLTÜR, DOĞA VE ANTALYA
Antalya, tarihi derinliği, kültürel birikimi ve etkileyici doğal yapısı ile kendine özgü karakteristik kentlerimizdendir. Akdeniz kıyılarında Çukurova’dan sonra en büyük düzlüktür. Kuzeyini çevreleyen Toros sıradağlarının heybetli ve bir o kadar da güzel yükseltileri, denizden bakılınca kente fon oluşturur. Batı yönünde Bey Dağları denize daha yakın düşmektedir. Doğuya doğru daha uzak siluet veren Torosların uzantısı yıl boyu hep yeşil kalır. Bu yeşile kış aylarında dağların kar beyazlığı eklenir. Kıyıda, dünyada benzeri ender bulunan 25-30 m. yüksekliğindeki dik falezler doğanın güzelliğine başka bir dinamik, başka bir heyecan vermektedir. Antalya’nın bilinen yazılı tarihinin İ.Ö. 2500 yıllarında Hititlerle başlatılmasına rağmen kültür tarihinin, Karain Mağarası bulgularıyla çok daha eskilere uzandığı kanıtlanmıştır. Paleolitik (Eski Taş), Mezolitik (Orta Taş), Neolitik (Yeni Taş), Kalkolitik ve Bronz çağ- larına ait bulgularla Anadolu araştırmalarına konu olan 4.000 mağara içinde en geniş zaman diliminde açıklık getirmesi bakımın- dan Karain Mağarası önem taşımaktadır.
Hititlerden sonra Dorlar, Helenizm’in egemenliğine kadar çeşitli bağımsız kent devletleri gelip geçmişlerdir. Helenizm kültürü yöreye belli bir süre etkin olmuşsa da köklü geçmişi olan yerel kültür daha sonra gücünü korumaya devam etmiştir.
Antalya adının kaynağına konu olan çeşitli efsaneler içinde, İ.Ö. 151-138 yıllarında Bergama kralı olan II. Attalos’un ülkesini doğu- ya doğru büyütmek amacıyla düzenlediği saldırılarda bugünkü es- ki limanı üs olarak kullanmış olmasından ötürü, onun adının kente verilmiş olduğu savı benimsenmektedir. Kronolojik sıralamaya göre İ.Ö. 700 yılından sonra Lidyalılar, Persler, Helenler, Pamfilyalı korsanlar dönemlerinden sonra İ.Ö. 65 yılından İ.S. 395 yılına kadar Roma, bu tarihten 1085 yılına kadar Bizans uygarlığı Antalya yöresinde egemenliklerini sürdürmüştür.
Süleyman Şah’ın Antalya’yı Bizanslılardan almasıyla Türklerin eli- ne geçmişse de bir ara tekrar Bizanslılarla el değiştirmiştir. 1207 yılından sonra kesin olarak Selçukluların hakimiyeti başlamıştır. Selçuklulardan sonra Teke Beyliği (1308), Kıbrıs Krallığı (1361) dönemleri yaşanmış ve 1426 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır. 29 Nisan 1919’da Mondros Silah Bırakışması’na göre İtalyanlarca işgal edilmiş, ama 1 Haziran 1921 yılında kent tekrar kurtarılmıştır.
Eskiliği ellibin yıl öncesinden başlayarak mağara dönemlerinden bu yana uzun bir tarih süzgecinden geçen Antalya yöresi kültür birikimlerine Selçuklular, denizcilikle ilgili liman, tersane, ticaret tesisleri, kervansaray gibi tesislerle canlılık getirmişlerdir.
Osmanlılar dönemini anlatan Evliya Çelebi kentin, üç yönü bahçe, bir yönü denize çevrili bir kale ve içinde dar, gölgeli sokakların varlığından söz eder. Çarşısı kalenin dışında kurulmuş olan Antalya, Selçuklulardan sonra da önemli bir ticaret merkezi olma konumunu korumuş olmakla kalmamış, 11 cami, 7 medrese, hanlar, hamamlar ve dış sofalı evleri ile aynı zamanda mimari kültürümüzün en güzel örneklerini vermiştir.
Antalya Kaleiçi yerleşim dokusunu, faydalı rüzgarları evlere ilete- bilen gölgeli dar sokakların üzerinde sıralanmış dış sofalı evler belirlemektedir. Bu evlere sokaklardan develerin ya da atların geçebileceği büyüklükte kapılardan girilir. Bu kapılardan ulaşılan me- kân ya avlu, ya taşlık, ya da meyve ve sebze bahçeleridir. Taşlık, bahçenin zemin katta ev içine giren bölümüdür. Evlerin iç mekân düzeni çoğunlukla dış sofa (açık sofa)’dır. Üst katta yer alan ve taşlıktan bir merdivenle ulaşılan sofa, odalara geçişi sağlayan, ayrı- ca köşk, eyvan, seki gibi yerden biraz daha yükseltilmiş özel köşeler oluşturularak manzara seyredilen, dinlenilebilen önemli bir mekândır. Evin arsasının biçimine, manzaraya bakan cephenin genişliğine, ailenin büyüklüğüne, yaptıranın ekonomik gücüne ve zevkine göre sofa, büyük ya da küçük olabilir. Şekli “I”, “L” ya da “U” biçiminde olabilir. Sofalar genellikle bahçeye yöneliktir. Sokağa bakan bölümü varsa duvar ve pencere ile kapatılır. Odalar ise, Türk evlerinin çeşitli bölgelerde de rastlanılan düzenine sahiptir. Yatma, oturma, yemek yeme, dinlenme gibi insan yaşamıyla ilgili kullanımların çoğunu karşılayabilmektedir. Yine de yazlık oda, kışlık oda, haremlik, selamlık, konuk odası gibi özel kullanımlar için ayrılan odalar vardır.
Yerleşim dokusu, sokaklar, bahçeler, evler ve iç mekânlar hep insan yaşamını kolaylaştırmayı, insanı rahat ettirmeyi ve mutlu kılmayı amaçlayan ilkeler oluşturmuştur. Geleneksel evlerimizi bi- çimlendiren bu ilkelerin çoğu çağdaş yaşamda da geçerlidir. Her ne kadar toplumsal yapı değişiyor olsa da, geçim için balıkçılıkla, ipekçilikle, küçük ticaret ile yetinilmiyor ise de bugünün koşulları- nın ortaya koyduğu yeni iş alanlarının gereği olarak daha çok kazanma ve daha çok harcama geçerli ise de, insanın günümüzde de mutlu yaşamaya hakkı vardır. İşte bu nedenle geleneksel evlerimizin oluşumunda geçerli olan ilkeler yaşatılmaktadır. Günümüzün ekonomik düzeni Antalya’nın Kaleiçi’ne de yansımakta ve evleri hızla “ev” olmaktan çıkmaktadır. Restorasyon ve yenilemelerle çoğunlukla otele dönüştürülmekte, bahçelere doğru eklentiler yapılmakta, mekânlar büyütülürken bahçeler küçültülmektedir. Turistlerin ilgisini oldukça fazla çeken eski Kaleiçi yerleşiminde belki de ev sahipleri ile turistleri bir araya getirerek sıcak ilişkilere olanak tanıyan pansiyon kullanımı Antalya evlerinin geleceği için daha yerinde bir çözüm olabilir.
Doç. Dr. CENGİZ ERUZUN